Fransız akademik resim akımının en güçlü temsilcilerinden biri olan Bouguereau klasik konuları işleyen eserlerinde genellikle modern bir bakış açısı kullanmış ve klasik eserleri yeniden stilize etmiştir. Çocuklar ve kadınlar üzerine yoğunlaşan ressam, Romantik eserleri çağrıştıran sevgi, aşk, huzur, mutluluk, aile gibi kavramları temel alan samimi eserler yaratmıştır.
Konusunu Yunan/Roma Mitolojisi'ndeki aşk ve güzellik tanrıçası Aphrodite/Venüs'ün doğuşu hikayesinden alan bu eser, klasik konuya akademik kurallara bağlı kalarak getirilmiş yeni ve modern bir yorumdur. Yunan/Roma Mitolojisi'ne göre Kronos/Satürn tarafından kesilen babası Ouranos/Uranüs'ün cinsel organı, Akdeniz'e düştükten sonra oluşan köpükler tanrıça Aphrodite/Venüs'ü yaratır. Daha sonrasında Venüs bir deniz kabuğu içinde karaya çıkar.
Eserde Venüs'ü söz konusu deniz kabuğunun içinde görürüz. Parlak ve berrak bir mavi-turkuvaz denizin üzerinde bir yunus (ki Venüs'ün simgelerinden biridir) tarafından çekilen bu deniz kabuğu karaya doğru yol almaktadır. Venüs resmin merkezinde kontrapost "contrapposto" denen bir bacağın üzerine yüklenerek bir yana hafif meyil etmiş duruşta ayaktadır. Bu duruş ile vücudunun kıvrımlı hatları incelikle vurgulanmıştır. Resimdeki diğer figürlerden açık renkte olan beyaz teni ve dolgun hatları ile dikkat çeken Venüs, uzun kızıl saçlarını elleri ile düzeltmekte ve çıplak vücudunu cüretkarca sergilemektedir. Bu da eserde bir erotik hava yaratmaktadır.
Bu noktada eser, Botticelli'nin Venüs'ün Doğuşu (bknz. Venüs'ün Doğuşu "The Birth of Venus" - Botticelli) ile karşılaştırıldığında Botticelli versiyonunda son derece mütevazı bir tanrıça figürü görünür. Botticelli Venüs'ü elleri ile göğsünü, saçı ile de cinsel bölgesini kapatırken daha çekingen bir portre çizmiş olur. Oysa Bouguereau'nun Venüs'ü saçlarını düzeltirken aşağı doğru yönlendirdiği huzur dolu bakışı ile son derece kendine güvenli ve çıplaklığını önemsemeyen rahat bir tavır takınmıştır.
Venüs'ün çevresinde ve havada görülen figürler tamamen tanrıça ile özdeşleşmiş sembolik figürlerdir. Tanrıçanın her iki yanında görülen iki erkek (At Gövdeli İnsanlar "Centaur") ve üç kadın (Su Perileri "Nymph"), sevgi dolu, aşkı çağrıştıran samimi pozlarda resmedilmişlerdir. Tanrıça'ya hayranlıkla bakan bu figürlerin yanı sıra resmin ön kısmında suda görünen bir Su Ruhu (Triton) da tıpkı sağdaki Centaur gibi bir deniz kabuğuna üflemekte ve Tanrıça'nın doğuşunu müjdelemektedir. Ön planda ve havada Venüs'ün çevresinde uçuşan birçok kanatlı çocuk görünür. Bu havadaki çocuklardan elinde ok ve yayı ile görünen Venüs'ün oğlu aşk tanrısı Eros/Cupid'dir.
Eseri incelerken akla gelen önemli klasik eserlerden biri de Raffaello'nun Galatea'nın Zaferi isimli (bknz. Galatea'nın Zaferi "The Triumph of Galatea" - Raffaello) eseridir. Tıpkı Raffaello gibi aşk ve güzelliğe dair klasik simgeleri (su perileri, kanatı çocuklar, deniz ruhları, centaurlar) kullanan Bougeureau, aynı zamanda kompozisyon olarak da Raffaello'dan açık biçimde etkilenmiştir. Fakat, Raffaello'nunkinde bir devinim ve mücadele içinde olan bu yan figürler bu eserde huzur ve neşe içinde Venüs'e odaklanmışlardır ve eserde genel olarak bir dengenin oluşmasını sağlarlar.
Konum: Orsay Müzesi "Musée d'Orsay", Paris
Tarih: 1879
Dönem: 19. Yüzyıl
Akım: Akademizm "Academic Art"
Elinize sağlık. Ben Boticelli versiyonunu daha çok beğenmiştim, renkler daha uyumlu ve yumuşak. Birkaç ay önce Oslo'ya gittim, Oslo Üniversitesi'nin konferans salonunun duvarlarında Edvard Munch'un eserleri vardı. Alma mater ve history. O kadar önemsiyorlardı ki, konuşma öncesinde bize bu eserleri açıkladılar, figürlerin ne anlama geldiğini belirttiler. Edvard Munch'un müzesine de gittim, oradaki bir tabloyu çok beğendim. Fotoğrafını çekmiştim, size urlsini gönderiyorum. Ama tablonun adını unuttum :)
YanıtlaSilhttps://fbcdn-sphotos-f-a.akamaihd.net/hphotos-ak-xfp1/v/t1.0-9/10487294_10152253899807903_2728763675994122240_n.jpg?oh=b113413ae39b776bad301389bca61dda&oe=545F9DD8&__gda__=1417119421_4447623b97f613fc4b0f5fd1149a54ed
Çok teşekkür ederim öncelikle yorum için.
SilBen her iki eseri de Floransa ve Paris'te canlı görme şansını buldum. HEr iki eser de kendine göre çok güzel ve etkileyici. SEçebilmek inanın çok zor. Ne Botticelli'nin dönemini aşan tarzına, ne de Bouguereau'nun zarif gerçekliğini birbirine tercih edebilirim açıkçası.
Bahsettiğiniz gibi Munch da Sanat TArihi'nin etkileyici ressamlarından biri. Norveçliler'in dünyaya kazandırdığı en büyük sanatçılardan biri olması sebebiyle bu kadar özenle sahip çıkmaları şaşırtıcı olmasa gerek. Bir Munch daha inceleyeyim istiyorum blogda. Ama o kadar çok incelenecek önemli eser var ki daha, bir türlü sıra gelemedi Munch'a.
Takibe devam. Selamlar